23 Ocak 2018 Salı

diyanet vaazı tarzında, vasati

-bana yaptığın kötülüğü değil, kendine yaptığın kötülüğü affedememek üzüyor beni-

hayatın ihtivasında bulunan  anlık zevklerden, kişinin kendine yalan söyleyerek, gerçeklerden kaçarak, görmezden gelerek uydurduğu gelip geçici hazlardan daimi bir  mutluluk çıkaracağını umması ademoğlunun en büyük hatalarından biri olmuştur. daimi mutluluk denilen şey, anlık zevklerin bir toplamı olmaktan çok, kişinin kendisini gerçekleşmesine adadığı ahlaksal ödevini tamamladığında anlam kazanır.

benim midem gibi, benim benliğim de doyurulmak arzusundadır.*

15 Ocak 2018 Pazartesi

makber - kalıcı hasarlar, meczub

bir sedyeye oturmuşum ve kendi kendimle konuşurken lafın lafı açmasını seyrediyorum.

''dida, kafu, nesta, maldini, kalatze, şevşenko, gattuso, zidorf, pirlo..''

''ne anlatıyorsun oğlum sen?''

''2007 efsane milan kadrosu doktor, cahil misin allasen? allah allah! anlarsın benim gibi seversen. allahını seversen ya.  bak taktiği söylüyorum: panik atak! karşı kaleye nazır, atağa çıkmaya yeltenen hücum oyunlarının 'ulan kontradan yemesek bari' diyerek sağa sola panikle koşuşturması.''

''ellerin mi titriyor senin?''

''ne alakası var kardeşim?!''

kapıyı vurarak çıktım. sahi, şevşenko'nun yanında kim oynuyordu ya? pivot bir santrafor gerek. kaka'yı sayacaktım daha ama söyletmedi puşt. fazlasıyla unutkanım bu aralar. vazgeçmek eylemini, kişinin kendisinden asla vazgeçmeyecek birine karşı yapması ne kadar ağır?! üstelik tek bir sözüne dünyayı bile değiştirebilecekken. tıkandım yine, nefesimi çeviremiyor, yerimde duramıyorum.

''seven insan vazgeçer mi ismail abi?''

''seven insan neler yapıyor bir bilsen oğul''

''bildim abi, bildim. çay versene sen bana.  benden kara olsun.''

ne zaman kahveye geldiğimi dahi hatırlamıyorum. sabah öylesine erken kalktım ki, delirdiğimi düşünmesinler diye işe gidiyormuş taklidi bile yaptım. o saatten beri anlamsızca dolanıyorum işte. hastaneden buraya yürüyerek gelinir miymiş? sanane ulan! zatürre olsam, sağlık ocağına yetiştirecek sanki pezevenk! bu odada tek başıma platon'a bir nazireyim sanki. akıl, irade ve iştiha'dan oluşan üç parçalı ruh anlayışı üzerine mutabık olmuş eski kafalı bir meczub daha işte. hazretleri, bu parçaların birbirleri ile sinerjisinden doğan doğal durumlarda ruhta erdemin, ahlak'ın ve dolaylı olarak da mutluluğun tecelli edeceğini istirham ediyor.  ee? günlerdir ruhum paramparça benim. bu nasıl anlayış! akıl da kalmadı zaten. irade de ona nazir. uygun kullanıldığında irade akla meyleder. peki iştiha? aklın ve iradenin olmadığı bir vücuda iştiha girer mi hiç? hak getire!

filozoflar ikiye ayrılır; yumuşak akıllılar ve sert akıllılar. bu tasnife kendimi uygun hale getirebilsem, yumuşakçalar sınıfına girerdim. insanlar ikiye ayrılır: ortadan ikiye! caaart! hasılı, neler geçiyor aklımdan?! az önce yolda, bir köpeğe spinoza'yı mı anlattım ben? eve hangi hızla geldiğimi dahi hatırlamıyorum. annem dikkatlice bir şeyler okuyor:

''senin ilacın prospektüsünü okuyorum oğlum, çok kötü şeyler yazıyor. oku şunları iyice.''

''ana, ben okuduğumdan bu hale geldim zaten.''

cevap vermesine fırsat dahi vermeden fırladım odadan. üzerimde, üzerine tonlarca makale, deneme yazılacak bir konuyu tek cümlede özetleyebilmenin verdiği gurur var. odamdayım ve normalde aklıma bile gelmeyecek şeyleri yaparken, normalde aklıma bile gelmeyecek şeyleri düşünüyorum. düşünüyorum. insan pekala; kendini nasıl kandırabilir? gerçekleri, kendisine olduğundan farklı bir şekilde gösterip nasıl mutlu olabilir? bir insan peki, tüm bunları yanlış anlaşıldığı kişiye nasıl kanıtlayabilir? insan sevdiği birinin gözünde, en iyisi olmak için çabalarken nasıl nefret timsaline dönüşebilir? aziz veyahut peygamber olabilmek mümkün müdür? hataların neresinden dönsek gerçekten kar mıdır? evet mi? yolda rastladığım köpek tersini söylüyor bunun. yine de, her şeye dair bir özür telefonu alabilmek için ömrümün on beş senesini verirdim, alamadım ömrümün yarısını verdim. benim kimseye bilerek ve isteyerek zararım dokunmadı. kimsenin de böylelikle bana  bilerek ve isteyerek zararı dokunmaz sandım.

arkandan kötü söz söyleyenin gözlerini oyarım.

çenemi hala kontrol edemiyorum.

14 Ocak 2018 Pazar

makber - sevgi üzerine, kaygısızca

-muhayyel bir kıta mümkün müdür ki; gidenlerin veyahut ardında kalanların yaşadığı acılardan münezzeh olsun? veyahut bırakılan kalıcı hasarlardan. hasar. ölene değin. çenemi kontrol edemiyorum.-

sevmek eylemi, sevilen kişinin öz-niteliğinden çok ona bahşettiğimiz anlam üzerine inşa ediliyor. söz gelimi, yanlış veya doğru herhangi bir insanı hayatının merkezi konumuna getirmek, kendinden daha çok sevmek, en çok sevmek veyahut iyi ki kurtulmak, pişman olmamak... bunların hemen hemen hepsi; bir manada, sevginin -insan hayatına dair olması gerektiği gibi- sevilen kişiden bağımsız olma durumunu ortaya çıkarıyor:

seni seviyor
isem
sana ne bundan?!


13 Ocak 2018 Cumartesi

makber - kaygısızca karalamak

-vulgar zaman dilimine göre şuan saat 01:30. görkemli kozmosun görkemli kaosunun bana ayırdığı
şu minimal zaman diliminde, seni düşünmek ve duyumsamaktan maksimal haz alıyorum.-

ben manipülatör veyahut aziz değilim
sen ise yıllarca kafesin içerisinde dahi olduğu
kendisine hissettirilmemiş bir kuş değilsin.
çünkü ne ben seni yıllarca buna inandırabilecek kadar zekiyim
ne de sen buna inanacak kadar aptalsın.
lakin teorin öyle bir teori ki;
ne söylesem yine manipülasyon olacak,
ne konuşsam yine yapıyor denecek...
yine de umut işte;
ya tutarsa?

-üzerine giydiğin ideoloji gömleğini çıkar da gel-

sana söylemek istediğim çok şey var fakat söyleyemem. çünkü kelimelerde soğuk bir şeyler var, oysa benim yüreğimde soğuk hiçbir şey yok. müşkülpesent bir adam oldum ben. çokça bir şeyler karalamayı, bir şeyler yazmayı denedim sana dair. taslaklarım asla öğrenemeyeceğin kadar çok ve bir  o kadar da senin için artık anlamsız olan sana yazdıklarımla dolu. 

''acele iştir, şeytan karışır. boynu tutulan genç aynı yöne bakar, durur. aşkın aceleye gelen yanı aşık olmadır, ötesi uzun sürer. ademoğlu dostunu birlikte yaşadıklarından ötürü seçip kararlaştırır. aşkta ise tersi söz konusu. imkansızın, mümkün oluşu. imgeler oyunudur aşk.''

önceden, -birkaç gün öncesine kadar hatta, bir şey üzerine yazacaksam eğer o şeyin mükemmel olmasını dilerdim. güzel bir konu, eşya, fikir veyahut dünyadaki herhangi bir şey üzerine yazacak isem eğer cümlelerimin en az o şey kadar değerli olması gerekirdi. bu yüzdendir çokça defa yazılarımda kendimden küfür ile bahsederken, sana dair yazdıklarım hep sınırlı kalmıştır benim. muharrirlik bu ya, benim gibi boynu tutulmuş bir kimsenin, sürekli aynı yöne bakan veyahut; böyle batıl  inançları olmuştur evvelden beri. abes! duygularının yoğunluğu ne kadar fazla ise, onu kelimelere ve kelimeler ile birlikte anlamlı bütünlere dökmek bir o kadar zor oluyor nitekim. bunu anlayabilmem zaman aldı lakin pek dile getirecek vaktim de olmadı. şimdi ise yaşamaya ve sana dair hiçbir kaygım olmadan dökülüyorum. herhangi bir işe yaramayacağını, istediğim kişinin belki de hiç okumayacağını dahi biliyorum. ama manasız değil. çünkü, burası benim yalan söyleyebileceğim bir yer değil. çünkü burada, her şey en azından senin için bitmişken, yalan söyleyebiliyor olmamın herhangi bir anlamı yok.

bir dilek hakkım olsa idi yürüyerek gitmesini dilerdim. gitsin, gitsin ki gitmenin ne kadar acı ve cevr verdiğini iliklerine kadar hissetsin. geride kalmasını, kelimelerin boğazında düğümlenmesini veyahut. kalsın, kalsın ki kalmanın ve ikna edememenin verdiği kallavi  hüznü iliklerine kadar hissetsin.ben  iki hüznü de yaşayan, iki insan tanıyorum. biri kalmayı beceremedi, diğeri de gitmeyi.

''bazen anlamıyorum, ben onu böyle çok, böyle içten sevdiğim, ondan başka hiçbir şeyi görmediğim ve bilmediğim halde, nasıl oluyor da başkasını seviyor, sevebiliyor?''

mükemmeliyetçilik, zor meslek. erbabı da pek nadir. hiçbir edebi kaygı olmadan, öylesine, bir günlük tutarmış gibi mesela, uzun ve afilli cümleler kurmadan, tekrarını bile okumadan; vur patlasın, çal oynasın metin yazabilmek zanaati de çokça zaman müsrifçe durdu gözümde. kaleminden yere mürekkep akıtan bir müsrif. beceremedim de bu mesleği. birçok şey gibi. istemediğim şeylerin yaşanmasından önce, onun birkaç gün öncesinden, ondan da bir aya yakın öncesi pekala veyahut birkaç sene önce veyahut şimdi; beceremediğim ve elime yüzüme bulaştırdığım çokça şey oldu. neyi yapabildiğimden veyahut yapabiliyor olduğumdan da hiçbir zaman emin olamadım mesela. sana ve kendime dair pek çok şeyden noksandım bu konuda, yine de bana duyduğun sevgiyi bitirecek ket yok sandım. hasbelkader, herhangi bir zamanda- bu yazıya denk gelirsen şayet arkandan kötü bir laf ettirdiğime ve ettiğime dair bir inanç kalmasın aklında sakın. çünkü nefret de gayet ağır bir meslektir.

vakit varken tomurcukları topla.
ben topladım.