13 Aralık 2017 Çarşamba

Esse est percipi

varolmak, algılanmış olmaktır anlamına gelen berkeley vecizesi. berkeley madde diye bir gerçekliğin var olmadığını ve dış dünya'nın algılarımızdan ibaret olduğunu düşünür. berkeley’e göre söz konusu algıları zihnimize yerleştiren tanrı’ydı. berkeley idealizmi, bana pek çok yönden bilim adamlarının son yıllarda sıkça dile getirdiği simülasyon argümanını hatırlatıyor. simülasyon argümanı denilen şey, kısaca şu 3 önermeden en azından birinin doğruluğu üzerine inşa edilmiş bir teori:

1- insanlığın var olmasından önce bizden daha gelişmiş teknolojiye sahip varlıkların yaşamış ve yok-olmuş olma ihtimali küçük de olsa vardır.
2- uygarlık olarak çok daha gelişmiş canlılar insanları simule edip etmemekle ilgilenmemektedir.
3- kesinlikle bir simülasyonun içinde yaşıyoruz.

bu argümanın muadili görüşlere göre, bizden daha gelişkin  ve  daha yetkin, evrenin tüm kaynaklarını  sınırsızca kullanabilen ve  sömürebilen bir canlı türünün tasarladığı bilgisayar programından ibaret canlılarız. varmak istediğim nokta şu, algılarımızı ve dış gerçekliğimizi tasarlayan  ultra-yetkin  bilgisayar mühendisinin yerine tanrı'yı yerleştirdiğimizi varsayalım. sonuç olarak;

pozitivist perspektifte bile olsa, berkeley idealizmi yaşamaya devam ediyor.

---------------

tanrı kelimesinden korkuyor olsa gerek; bilim adamları söz konusu argümanda bizi tasarlayan varlığa ultra-yetkin bilgisayar mühendisi demeyi tercih ediyorlar. sanki mühendisten tanrı olamazmış gibi. 

hasılı, mühendis olsaydım bu duruma fazlaca alınırdım.

2 Kasım 2017 Perşembe

weysel paradoksu

“benim de aforizmalarım olacak, ismimle anılan bir paradoksum. veysel paradoksu. russel paradoksuyla da kafiyeli, ne güzel… arkadaşlar veysi paradoksu, oğlum babamın paradoksu diyecek. belki seans bitmeden bulurum. sevgilimin paradoksu diyecek selma, öbür kızlara hava basacak. nasıl heyecanlanıyorum düşündükçe. annem dikili bir ağacım yok diye üzülmeyecek, öyle ölümsüzlüğe filan aklı ermez; oğlumun paradoksu var diyecek komşu kadına. ya öyle mi? hayırlı olsun! bizim oğlan da kooperatife yazılmış diyecek, o da.”
 
weysel paradoksu, hayal ile gerçeğin ve aşk ile cinnetin hem eşiğinde hem de tam merkezinde sahne alıyor.bu kitap, bir yandan goethe’nin diğer yandan da dostoyevski’nin kahramanının günümüze bakan bir izdüşümünü karşımıza çıkarırken; yoğun, zengin ve şaşırtıcı bir anlatım çeşitliliği ile yeni werther’in yeraltından notlarını paylaşıyor bizimle.



''Önce Âşık Ol Sonra Seversin Acele iştir, şeytan karışır. Boynu tutulmuş genç adam aynı yöne bakar durur. Aşkın aceleye gelen yanı âşık olmak! Âşık olduktan sonrası uzun sürer. Âdemoğlu dostunu birlikte yaşadıklarından ötürü seçip kararlaştırır. Aşkta ise tersi söz konusu; imkânsızın mümkün olduğu bir imgeler oyunudur aşk.''

-hasan yurtoğlu

21 Temmuz 2017 Cuma

leyla'dan mevla'ya erişmek

hamdi: ''yarim senden ayrılalı, hayli zaman oldu gel gel, bak gözümden akan yaşa, ab-ı revan oldu gel gel.'' gece gece dert bindi.

sülo: bazı türküler asıl söyleyeninden dinlenmeli. plastik, yavan olur başkasından dinlersen. bu kadar hayatınızı işgal eden şeylerden uzak durmayın. işin içine girin biraz. bak ne var burada:

enel hak dedim de çekildim dara
edep erkan bize doğru yol oldu
iki melek gelmiş sual sormaya
yardımcımız şah-ı merdan ali oldu

bir bade verdiler al da iç deyi
arkamızdan haber verdi uç deyi
kıldan yaratılmış köprü geç deyi
üstüne uğradım doğru yol oldu.

asıl derdin ene'l hak olmalı. ene'l hak nedir? üç gecedir uyku tutmadı mesela.

hamdi: ''ben meylimi üç güzele düşürdüm/ biri şemsi biri kamer'il elif/ onların aşkından aklım şaşırdım/ hangisinden yar eğleyim gönlümü, garip gönlümü.'' ene'l hak; şems, kamer ve elif olmaktır muhtar. görünmeyeni görmek.  nesnelerin arkasındaki ide'leri anlayabilmek. platon'un mağara alegorisi ile anlatmak istediği de benzerdi sanki. mağaranın dışına çıkabilen aydının gözleri kamaşıyor ve geri dönerek heyecanla anlatıyor gördüklerini. fakat mağaradakiler onun ısrarla delirdiğini düşünüyor. varsın mağaradakiler gölgeleri hakikat sanmaya devam etsin. hallac-ı mansur, hakikat yoksunları tarafından taşlandı ya zaten. hasan yurtoğlu'nun da dediği gibi: mağaraya dönen aydın içeridekilere şöyle der: kıymetini bilin! kıymetini bilin zincirlerinizin! aklınız var ise çocuklar, bilmek istemeyin!

sendeyim muhtar.

sülo: ben çok düşündüm amınakoyim, biraz da sen düşün.

hamdi: mesela 'hu' deriz tasavvufta. evrenin nefesi derler. bir çeşit haykırıştır. bir benzerini daha doğuya gittiğimizde de görüyoruz. batı ismine transandantal meditasyon diyedursun biz hakikat arama sesi diyelim adına. om mani padme hum mantrasından bahsediyorum. hu sesine benzer şekilde om ve hum sesleri. der ki bunlar hakikatin sesleridir, bir çocuk doğarken bu sesleri çıkartırmış. yaratılmayı, sürekli kendini yaratmayı ve yaratılışı içeren sestir bunlar. kutsal heceler. yıldızlar, gezegenler ve galaksilerle dolu tüm devran'ın dönerken om ve hum seslerini çıkartması bana hep korkutucu gelir. lotus çiçeğinin içindeki mücevhere selam olsun.

hakikat denilen şey çoğalmanın coşkusudur. hakikat durağan değildir, değişkendir. buldum deyip rahat etmek, eriştim deyip durmak yoktur. esas olan sürekli onu aramaktır. ene'l hakkın sanskritçe'deki karşılığı om mani padme hum olabilir. hallac-ı mansur, buddha ve platon'un hakikat tanımı da aynı olabilir.

niyagrodha!
koskoca bir ağaç görüyorum
ufacık bir tohumda
o ne ağaç ne tohum
om mani padme hum
om mani padme hum
om mani padme hum!

*asaf halet çelebi.

işte hakikat budur.

''ya hürmüz! ya nur! selam olsun sana! ki karanlığın kıymeti seninle bilindi''

''ya ehrimen! ya deycur! selam olsun sana! ki nurun kıymeti seninle bilindi.''

*amak-ı hayal'den...

20 Haziran 2017 Salı

hamdım piştim ziyan oldum

hamdi: anlamın kendisi, kendin olma'dır derler bizim orada. anlamsız dünya'nın anlamsız olan anlam arama çabalarında ahmakça bir cinsel vakadır hayatım.

televizyonun fişini çektim. bilgisayarın düğmesini kapattım. yürüt dedim amınakodumun parçasını, haberin yok ölüyorum diye diye. insan bu dünyada dil taşıyıcısıdır muhtar. yazar, resmeder, küfreder, taşır dilini. modern dünyanın en büyük icadı dil taşıyıcılarıdır. yetmez mezar taşımıza taşırız dilimizi. varsın sonsuza dek bizimle kalsın.

ölümsüzlük sistemleri, insanların ölüme karşı aldığı yenilgidir. ölüme meydan okuyamayan herkes geceler boyu üzerinde uğraştığı resmin altına atar imzasını. veyahut yazılarının. hepsi ben öldükten sonra okunsun, okunsun ki ben yaşamaya devam edebileyim diyedir. ibrahim vurur sopasını puta, isa ölüyü diriltir, ahmet heykel yapar, canlı bomba havaya uçurur. hepsi ama hepsi tarihin tozlu sayfalarında yaşamaya devam edebilmek için yapar eylemlerini. ölüm korkusu, medeniyetin kurucusudur.

arkadaşları zakkumlarla örmüşlerdir şu şiiri:
aldırma 128! intiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında
her çocuğun kalbinde kendinden daha büyük bir çocuk vardır
bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek.

süleyman: vardık, var olmayacaktık. fark edildik, onlarca mezar taşı içinde fark edilmeyeceğiz. 'en fazla nereye dönebilirsin ki? hiç'e geri." bir iz bırakacağız mutlaka. belki de bir iz bıraktık bile muhtar. fazla diyecek bir şey yok, insan olmanın gereğidir var olmak, insan olmanın gereğidir onuruyla tekrar yok olmak. 

görünmez bir mezarlıktır zaman 
şairler dolaşır saf saf 
tenhalarında şiir söyleyerek 
kim duysa / korkudan ölür 
-tahrip gücü yüksek- 
saatlı bir bombadır patlar 
an gelir 
attilâ ilhan ölür

hamdi: -hiçbir türlü bulamadım ben beni-

ben senin yerinde olsaydım; öyle yapmazdım, dedi. her şey daha güzel olurdu. haklısın dedim, ben de kendimin yerinde olsaydım öyle yapmazdım. 

not: aşık veysel için söylenmiş değildir.

süleyman: gece vaktiydi, bahar sıcaklığını vurmaya başlamışken bu kuzey kıyılara, bir anne toprağın sırtına geçirdi tırnaklarını yaşama tutunma acısı ile bir ana daha dünyaya var etme umuduyla. anneler böyledir; siz gırtlağınıza dek boka batmışken bile sizi yaşamda tutacak bir sebep var edebilirler. sizi bu lanet yerküreye getirmekte onların payı yokmuş gibi acı çekmenizi izlerken tüm suçun kendinden olmayan sebepler olduğunu iddia ederler. belki de gerçekten öyle olduğuna inanırlar. belki de gerçekten öyle. dünyadaki soyut yaşam hala bilinmezin çıkmazındayken, somut yaşam tüketme hırsıyla harmanlanırken bir kız çocuğu dünyaya geldi. kendiyle getirdiği felaketlerin farkında dahi değildi, doğdu kulağına ismi okunurken bir facia gerçekleşti. her yaşında, sonsuzluğa attığı her adımda bir çile bir azapla yüzleşti. gerçekliğin ışıkları gözlerini bal renginde gösterirken o acı bir tebessümle daha önce üzüldüğü yoktan sebeplere bir fırtına başlattı dudaklarının arasından. bir ağıt, bir sövgü... bir şair derdi ya hani; "allahına kitabına sövüp saydım". işte böyle bir fırtına.


"bana yazık oldu ki, ben böyle ziyan oluş yoktur derdim. kifayetsizim ve daha iflah olmam."

19 Haziran 2017 Pazartesi

philister

süleyman: "senden mi öğreneceğim lan yaşamayı?!" dedi. "tam 300 senedir buradayım ben, ne rakım eksildi, ne sırtımdan bir yük."
haklı olabilirdi, 300 yaşındaymış gibi bilge tavırları vardı, 300 yaşında bir insan gibi sararmıştı yüzü. öksürürken ölecek zanneder kaygılanırdık. 300 senenin verdiği tecrübe onu ahlaktan ve edepten uzaklaştırmıştı. buyur muhtar devam et bakalım, sarhoşum biraz; takılalım.


hamdi: ben sarhoş değilim be muhtar, üçüncü bira'da veyahut birkaç bardak şarapta; akıl idareden çıktığında, öyle güzel şeyler sayıklıyor ki insan. 


özledim sene oldu içmeyeli.

süleyman: tahmin ettiğin gibi, 3. biradayım. buraya ilk geldiğimde bana abilik yapan insanlar yüksek bir tepeye çıkarmıştı beni. şehri en üstten gören tepeye. 3 bira seni uzayı düşünmeye zorlar. 3 birayı hafife alma, 3 bira kafası bütün algıların açık olduğu hal demişti ağabeyim. yeni yeni anlıyorum.

nazdrovya.

hamdi: -bir banka oturup kendimi eşik olmayan parçalara bölüyorum-

sen: tanrı seni sevmiyor, çünkü hakikatini kabul etmiyor.

ben: bir insan nasıl anti olmakla yetinebilir, kendini karşı olmakla sınırlar? her şeye karşı olmakla insan kendi hakikatini nasıl var edebilir?

ne kadar anlamsız şey sevmek, -nefret de öyle. duyumsadığımla özlemi andıran aynalarında kaybolmak isterdim, bir anda hem de. uzun ve lüleli saçlarına dokunmayalı çok zaman oldu sevgilimin.

nazdrovya azizim. nazdrovya...


6 Mayıs 2017 Cumartesi

uyku kaçıran düşler

bazen voyager 1 olduğumu düşlüyorum.
uzakta,
çok uzakta.
karanlıkta ve yapayalnız.

saniyede 17 kilometre gibi muazzam bir hızla yol alan voyager 1 olarak hayal ediyorum bazen kendimi. dünyanın çevresini bir saatten az bir sürede turlayabilecek hızda olduğum halde, dünya'ya en yakın yıldıza ulaşmam 40.000 yıl sürecek. . ve bu muazzam uzaklık dünyayı leblebi boyutuna indirgediğimizde 160 km'ye tekabül ediyor. bu uzaklık arasında hiç meteor, kuyruklu yıldız yağmurları falan beklemeyin. boşluk. kocaman bir boşluk ve karanlık. 40 yıl süren bu yolculuğumda  dünya'ya 20 milyar kilometre uzaklıktayım ve sadece 32 ışık saati yol alarak güneş sisteminin dışına daha yeni çıkabildim. çok yüksek ihtimalle milyonlarca yıl boyunca hiçbir kaza yaşamadan seyahat edebileceğim. -insanlık yok olsa dahi.

bütün benliğimi aşarak yükseldiğimi ve saatlerce güneşi seyre daldığımı hayal ediyorum bazen. o kadar muazzam büyüklükte ki içine bir milyon tane dünya sığabiliyor. yetmiyor benliğime ve  yanında güneşin leblebi gibi kaldığı canis majoris'e ışınlanıyorum. saatte 900 kilometre hızla giden bir uçağa binerek canis majoris'in etrafını turlamak istiyorum. ve yolculuğum 1200 yıl sürüyor. öyle ki dünya bir leblebi boyutunda olsaydı bu yıldız 600 bin tane dünya boyutunda olacaktı. kozmos için çok küçük bir büyüklük... sonra uy scuti geliyor aklıma. insanoğlunun keşfedebildiği en büyük yıldız. içine tam beş milyar tane güneş sığabiliyor. o kadar muazzam büyüklükte ki 7 milyar insana oradan eşit toprak paylaştırmak isteseydik her birimize en az 8 adet dünya büyüklüğünde toprak düşerdi. kozmosun bir köşesine oturup hiç durmadan yıllarca seyredebilmek isterdim. kim bilir daha keşfedemediğimiz kaç yıldız var senden büyük! bazen kendime o kadar küçük geliyorum ki.

bazen ışık olduğumu hayal ediyorum. saniyede 300 bin kilometre hızla istediğim her yere anında ulaşabilirmişim gibi geliyor. öyle ki dünyayı saniyede 7 kere turlayabiliyorum. aya 1 saniyede, güneşe 8 dakikada gidebiliyorum. bize en yakın yıldıza gitmem 4 yılımı aldıktan sonra o kadar da hızlı olmadığımı farkediyorum. saniyede 300 bin kilometre hızla gittiğim halde samanyolu galaksisinin bir ucundan bir ucuna gitmem dünya saati ile 100 bin yılımı alıyor. bize en yakın galaksiye kapı komşumuz andromeda galaksisine gitmem ise iki buçuk milyon yılımı. eğer andromeda galaksisi bugün ortadan kaybolsa biz onun kaybolduğunu ancak iki buçuk milyon yıl sonra farkedebileceğiz.  duraksıyor ve donup kalıyorum. zaman yetmiyor, hayatım yetmiyor. bazen kendime o kadar küçük geliyorum ki. hayatım anlamsızlaşıyor. iş, aşk, aile, bütün dertler, çektiğim acılar, savaş, terör, siyaset, sigara, dünya ve dünya hayatına dair ne varsa görkemli kozmosun görkemli kaosunun içinde kayboluyor. yalnız olmadığımızı düşünmek istiyorum. bir yıldız tozundan ibaret olduğunu bilmenin dayanılmaz ağrısı...

bazen voyager 1 olduğumu düşlüyorum.
yalnız,
çok yalnız.
uzakta ve karanlıkta.

14 Nisan 2017 Cuma

makber

vulgar zaman dilimine göre şuan saat 23:15. görkemli kozmosun görkemli kaosunun bana ayırdığı şu minimal zaman diliminde seni düşünmek ve duyumsamaktan maksimal haz alıyorum.

aşk, ölümcül bir hastalıktır. onun ölümcüllüğü insanın tedavi olmayı reddetmesiyle mevcut olur. kontrolünden çıkar, mevcut olamazsın.

hastalığı sever insan. insan sever hastalığı. insan hastalığı sever. insan hastadır.

''hakikat çıkmazı şu kahpe dünya
bu çok kısa yoldan dönenler bilir,
bu yolun sırrıdır, fırsatlar, sevda
tutuşup parlayıp sönenler bilir.''

sen: hissedemiyorum kendimi. yabancı bir bedene hapsolmuşum, edward mordrake gibi sanki.

ben: güneşli bir ilkbahar günü rastladım göz bebeklerine kendimi ararken. çok paslı ellerimle dokundum, şeytanın dahi merhamet edeceği gülüşlerine.  porsuk kenarında yürürken görüyorum seni, ilk günkü yürüyüşünle. el ele. pek az acır kanatlarım, uçamıyorum. etme.

sen: buradalığım, sayıklamalarımla mevcuttur. sosyolojik tiksinti duyuyorum bedenimden. yaralarımı yalayarak dindirmeye çalışıyorum acılarımı. cehennemde doğdum ben, cehennemde büyüdüm. cehennem dikenleri üzerinde yürüdüm, -yalınayak. varoluşsal iniltilerini duyumsadın mı hiç?

ben: acı dolu sayıklamalarını dinledim, yıllarca. hissettim. seninle doğdum ben, seninle hissetmeye başladım kendimi. seni hissediyorum şimdi de -acılarını. gerçeği gördüm gözlerinde. ki gerçek, duyarsız bir iskelettir. oysa bir şiirsin sen. o kadar çok ben taşıyorum ki bedenimde, bazen hangisiyim bilemiyorum. bildiğim  tek bir şey var, benlerimin hepsi sana ait.

''kadınların sahiden doğurduğuna
toprağın da sürüldüğüne inanmıyorum.
nicedir kavrayamam haller içinde halim
demiri bir hecenin sıcağında eriyor iken gördüm
bir somunu bölünce silkinen gökyüzünü
su içtiğim tas bana merhaba dedi, duydum
duydum yağmurların gövdemden ağdığını''

ben: kan akıyor kanatlarından ve kırıkların pek fazla. sevgilim beni yorma, ben seni bilirim. kısma sesini, uzak da olsam iniltilerini duyumsayabiliyorum.

sen: sana söylemek istediğim çok şey var fakat bunları söyleyemem, çünkü kelimelerde soğuk bir şeyler var, oysa benim yüreğimde soğuk hiçbir şey yok.

ben: bazen kendime çok ağır geliyorum. kendimi çekemiyorum beni kim niye çeksin diyorum. kendime gelemiyorum. ben yersiz-yurtsuzum, gülmek beni yorar. ağırlığım bu kadar. kendime fazlalığım.

sen: seninle eskişehir çok muhteşem olurdu.



''gözlerin -ki iğne deliği, içerisinden  tüm kainat geçer.'' sahi ya, bir daha hangi ana doğurur bizi?

müsvedde: bu yazı sürekli olarak kendini geliştirmeye, değiştirmeye devam edecek; yeniden doğacak, inleyecek ve itiraz edecektir.


22 Mart 2017 Çarşamba

katarsis

nietzsche'ye göre  katarsis: hepsi  yaralar sonuncusu öldürür.

müslüm gürses'e göre  katarsis: allah öldürür dünyadan alır, sen beni öldürdün hayatta bıraktın.

19 Mart 2017 Pazar

dağdaki koyun ile benim oyum bir değil hulusi

yazar hakkında düşüncelerimi belirtmektense aramızda geçen münasebetsiz bir olayı bütün teferruatları ile anlatmak isterim. tüm vuku-i hal tamamiyle anlattığım gibi gerçekleşmiştir.

evvela bundan yaklaşık 2-3 hafta kadar önceydi. harmanlanmış viskimi çay tabağıma doldurmuş, sigarayı külünü dökmeden bitirme çalışmalarıma devam etmekteydim. bu malum zat-ı aliden 'skype qel özel konuşaq .s' türü bir mesaj aldım. umarım skype'a gelmeme değecek bir şeyler söyler umuduyla bana söylenileni yaptım. mamafih yetmedi benden görüntülü konuşmamı istedi. insanlarda haya, özel hayat diye bir şey kalmamış efenim.

marjinal olduğumu diğer insanların bilmemesini istediğimden dolayı viski ve sigarayı masadan aldım. badehu kropotkin'in kitaplarını da tabi. velhasıl sonunda arkadaş kamerayı açtı ve şok oldum. aman allah'ım o ne çirkin surat öyle. tövbe esma yüzü billah simayla dalga olmaz ama o ne çirkin surat öyle. esnaf görünce kepenk kapatır, hastaneye gitse çirkinlikte tıp literatürüne girer o derece. çaktırmadım tabi azizim. gönlü olsun istemedim.

amma ve lakin bir süre sonra bu yazarda böyle bir kasılmalar falan. henüz bana mestur nermin vücudumu görünce hab-ı sükunette olan cevelan-ı deminin bana karşı harekete geçtiğini kıvrak zekamla kavrayıverdim tabi. insanları cürme teşvik etmek istemem lakin beni gören herkes de bu kasılmalar oluyor.

sözlüğün gidişatı hakkında yaptığımız uzun müzakereler sonucunda artık kameralı görüntüyü sonlandırmanın zamanı gelmişti. işte ne olduysa bundan sonra oldu. kamerayı kapatacağım yere bir yanlış tuş ile ekranı büyütüvermişim. o kocaman ve çirkin surat ekranın tamamını kaplayınca içimi bir korku kapladı. filhakika maderzad 15 tane zenci görsem bu kadar korkmazdım. elim ayağım titredi, kapatmaya çalışıyordum fakat korkudan bunu gerçekleştiremiyordum. derken hayatımın en uzun 10 saniyesini geçirmişim. o bunun farkında olmadı tabi. aradan bu kadar vakit geçmesine rağmen aynı dertten muzdaribim. her gece o mahrem surat rüyalarıma girip bana cerh ediyor.

ben ki aksa-yı meratip de muhterem bir zat-ı aliyim. beni bile imana getirdi bu yazar.


15.03.2013 20:02 ~ 16.03.2013 14:24

hala çişin olduğunu ve buralara baktığını biliyorum muhtar. ibrahim erkal'dan kafanı kaldırırsan yeşillendir.

13 Mart 2017 Pazartesi

şimdi biraz beckett okuyacağım, beni de seyret tanrım!

ahlak, bireyin içinde olduğu toplumun ve o toplumla daha önce ilişkide bulunmuş ardılı toplumların kültürü ile bireye işler. birey, bu tabuları edilgen bir biçimde ve dil aracılığıyla sahiplenir. bu da farklı toplum yapısı ve süregelen farklı kültürlerin farklı ahlaki yargılar oluşturmasına neden olur. ek olarak birey de toplumdan bağımsız olarak kendi için bir ahlak sistemi oluşturup-benimseyebilir.

çok mu ciddi oldu? aslında iyi biriyim ama biraz şeyim di mi?

doğar doğmaz kıçına atılan şaplak ile başlayan çığlığın, ölmek üzereyken çıkardığın acı-haykırışlar ile son bulur. hayat, iki çığlık arasında bocalayan boş nefestir. ve paradigma. doğar doğmaz kulağına okunan ezan, öldükten sonra camide verilen ezan ile son bulur. hayat, iki ezan arasında süregelen kuşluk vaktidir.

hala çişim varken ciddi olamıyorum. sahi, musa asa'dan ne bulmuş?

müstehcen ve kutsal şeyler vardır. bir şeyi müstehcen kabul edersen o şey müstehcen olur. aynı şey kutsal şeyler için de geçerli -sana göre. ben bir şeyi kutsal ve müstehcen olarak kabullenmiyorum çünkü onları müstehcen-kutsal şeyler olarak görmüyorum. biz belirliyoruz ve biz adlandırıyoruz. fark eder misin?

yanımda osurmayan adamın ahlakından şüphe duyarım.

sana olan sadakatini sonsuza dek sürdürecek birini arıyorsan köpek besle. çünkü köpekler insanın en büyük zaaflarından biri olan sadakati kullanır ve hayatında önemli bir yer eder. kedilere neden nankör denir bilir misin? sana itaat etmesi onun karnını doyurmana değil keyfine bakar da o yüzden.

bence iki erkek kedinin öpüşmesi gaylik gibi bir şey.

devrim, fabrika değil fikir yıkmaktır. eğer bir devrimin şartları; bir fabrikanın yıkılmasını gerektiriyorsa, insanların zihnindeki fabrika fikrini yıkamadığın müddetçe o fabrika -sen yıktıkça- yeniden üretilmeye devam edecektir. sen adına devrim dediğin şey ile iktidarı iktidarlaştırarak yok etmek istiyorsun. varolan ve varolmasından rahatsız olduğun iktidarı ortadan kaldırıp yerine bir üst-gerçekliği üreterek yeni bir iktidar yaratıyorsun. yaptığın tek yenilik ise; iktidarın biçimine şekil vermek.

liberal kızlar, susturuculu silah gibi hapşırır.

2 Mart 2017 Perşembe

nokta atışı: ironi

''kadınına mı gidiyorsun, kırbacını yanına almayı unutma!'' diyen nietzsche'nin arkasında elinde kırbaçla bekleyen bir kadın vardır. lou salome... düz bir cümlenin bu kadar karmaşıklaşmasına neden olan kadın. hangi yıldız parçasıydın da buldun beni? ve misilleme;
kırbaçlanmak istiyorsan, kadınını yanına almayı unutma!

16 Şubat 2017 Perşembe

insan, doğanın kurdudur.

yağmur komünisttir; çünkü herkese eşit yağar. rüzgar ise kapitalisttir zayıf olanı yıkar.

david hume der ki, doğa olaylarından aksiyolojik önerme çıkarılamaz. fakat ne yazık ki solcular ve diğerleri kendilerine -önermeyi de aşarak- ideoloji çıkarsıyorlar. islamcıları saymıyorum bile, onlara göre doğa olayları başlı başına tanrının bir kanıtı.

bir köy muhtarsız olmaz,
bir iğne ustasız olmaz.
bir harf de katipsiz olmaz, biliyorsun.
nasıl oluyor ki, nihayet derecede muntazam şu kainat hakimsiz olur?

riçırt davkinsin en sevdiğim sözü. 
zamazingo.

19 Ocak 2017 Perşembe

gay-ler hariç

Shakespeare, 'nothing' sözcüğünü kadının cinsel organına dair müstehcen bir ifade olarak kullanır. Bundandır ki herkes 'Hiç'e girmek ister.