29 Aralık 2014 Pazartesi

stanford hapishanesi ve güç istenci üzerine

her şeyi bir kenara bırakıp nietzsche'nin haklı olduğunu varsayalım;

böyle bir varsayımla; güç istenci her durumda var-olacaktır ve insanı etkileyecektir.
konuşurken, karar verirken, edimde bulunurken vs.
çünkü, güç istenci artık arkedir. tözdür, tek tanrıdır.

öte yandan güç, yapısı gereği baskıcıdır.
eğer iyi bir insan olduğunu sanıyorsan, bu eline kötülük yapma kudreti geçmediğindendir. bu da stanford hapishanesi deneyinin ana temasını oluşturur.

stanford deneyi, insan çıplaklığını gözler önüne serdiği için etik bulunmaz.
neden? çünkü çıplaklık kötü bir şeydir ve sansürlenmesi gerekir. (politik de göndermeler yapıyorum, tutmayın beni)

deney, bilim camiası tarafından sert bir dille eleştirilir. çünkü etik değildir, caniliktir, insanlık dışıdır falan fişman fişmekan. yalan! sadece çıplak görünmekten utanıyorlar o kadar.

sadede gelelim;

Dünya bir Stanford hapishanesi bizler mahkumuz, gardiyan olmak için çalışmaya devam edelim. Güç istenci tek tanrıdır.

selametle.

28 Aralık 2014 Pazar

freud'dan lacan'a psikanaliz ve post-yapısalcı feminizm

freud'a göre bilinç dışı imgelerle ve metaforlarla iş görür. bu görüşe göre id ego ilkel olandır, içgüdüdür ve ilkel ihtiyaçları temsil eder. süper ego ise toplum tarafından kazandırılan kimliktir. toplumun kurallarına bağlı kalmayı ve dayatılanların dışına çıkmamayı ister. velhasıl ego denilen şey, id ego ve süper egoyu dengede tutmaya çalışan bilinçtir.  freud'a göre bilinç dışı bir dil gibidir. fakat lacan bu görüşü reddedip bilinç dışı ancak dil edinildikten sonra var olmaya başlar der. lacan; freud'un ortaya attığı zihnin üç temel parçası olan id ego - ego ve süper ego kavramlarını revizyondan geçirerek imgesel düzen - simgesel düzen ve gerçek ismini vermiştir.

lacan'ın görüşünde imgesel evre yani diğer bir deyişle ayna evresi,  dilden önce edinilen, kişinin kendini tanıma sürecidir. bu evrede çocuk etrafında olan bitenleri inceler ve kendisini bu koşullara göre tanımlar. lacan'ın görüşünde freud'un süper ego dediği şey, simgesel düzene tekabül eder. simgesel düzen, dil edinildikten sonra başlayan, çocuğun içinde doğduğu akrabalık ilişkileri, dinsel ritüeller, cinsiyet ve rolleri, toplumsal düzen, yasalar  ve dilin kendisi gibi önceden var olan toplumsal yapılar sistemidir.

özetle: imgesel düzende çocuğun kazandığı kimlik, çocuğun anneyle var olan ensest ilişkisine girmesini yasaklayan babanın bir erk'i olarak simgesel evre tarafından nihai olarak kurulur. " Erkek
çocuk, babayla arasındaki ödipal çatışmayı, fallik iktidarla özdeşleşerek çözer. Bunu yapabilmesini sağlayan şey, gösterilenler alanında fallusu ya da cinsel iktidarı temsil eden bir gösterene (penise) sahip olmasıdır. İktidarın dildeki yeri, simgesel düzeni dayatan fallustur." dil burada babaya, yani fallusa aittir. simgesel düzeni yaratan fallus, iktidarın dildeki yeridir.

peki ya kadınlara ne olur? erkil düzen, kadınları susturur. onlar, erkekler gibi imgesel düzen ve simgesel düzen arasındaki ödipal çatışmaya kaçamadıkları için, dile sahip olamayan "ötekiler" olarak dışlanırlar. kadınlar tarih sahnesinde  ya imaj tüketimciliği -postmodernizmin üç sorununda bahsettiğim gibi- adı altında  yani erkekler için bir nevi arzu nesnesi, bir meta unsuru halinde ya da başka bir şeyin dışsal temsilcisi olarak (misalen, özgürlük heykeli, adalet heykeli, barış anıtları...) ortaya çıkarlar. kristeva'nın "kadının kendisi diye bir şey yoktur, o henüz oluşum sürecindedir."  sözüyle anlatmak istediği de budur. yani kadına tarih sahnesinde yer yoktur. batı felsefesi denilen şey erkeğin erkekle konuştuğu monologtur. kadın, erkek gibi babayla özdeşleşerek simgesel düzene geçemediği için, var olmaya devam eder. o, simgesel düzen ve ego arasındaki savaşta henüz oluşum aşamasındadır.
peki kadın ne yapmalı??

...


24 Aralık 2014 Çarşamba

loser

annem bana bir kere "oğlum" diye hitap etti,
ve ben o gün dünyanın en mutlu insanı
-ydım.

---------------

ben bir kere babamı ağlatmıştım
ve o günden beri dünyanın en kötü insanıyım.

21 Aralık 2014 Pazar

anlatmasam tesiri yok, anlatsam sikinde değil

anlatmasam tesiri yok,
beceremem sevdayı, tasayı
fıkaralığı, sevişmeği
anlatmayı.

ey koca adam,
sen, sen ikincisi olmayan yüce,
ikincisi olmayanların,
ikizi olanların
ve 500T'nin  ve metrobüs durağının
ve memleket sevdasına yanan dağların
ve baharın
yaratıcısı

sevdiğini çabuk alırmışsın yanına
babaanneme böyle öğretmişler,
kendinden nefret edeni,
dünyada tutmak,
niye peki?

*not: şiyir değildir.

---------------

+ artık seni görmek istemiyorum ben.
- Ha?
+ Yok yani şey yapamıyorum yapamıyorum böyle sürekli bi belanın içindeyiz bi karmaşa kaldıramadım ben ya, olmuyo.
- hee.. anladım.. bu senin yaptığın ne biliyor musun, adamı yarı yolda bırakmak. biliyorsun di mi?
+belki de şeydir yani yollarımız belki de ayrıdır bizim. ben istemiyorum ya, engebeli yollar istemiyorum artık hayatımda, yokuşlar istemiyorum. öyle demek ki.. bir değil yani bizim yolumuz. beni hiç arama tamam mı bir daha, tamam? eyvallah..

20 Aralık 2014 Cumartesi

hiçbir şeyin anlamı olduğunda, anlamlı bir hiçbir şey

nedir post-modernizm?

- sadece yeni bir şey mi?
- kendini yaratan ve yenileyen modernizm mi?
- modernizmin birdevamı anlamında mı?
- yoksa sonuna gelmiş bir modernizm mi?

sona ermek mi?! post-modernizmin belli bir başlangıcı bile yoktur. o modernizme dolanmaya devam eder. post-modernizm sonuna gelmiş bir modernizm değil, oluşum durumundaki modernizmdir.

post-modernizm, soğuk savaş'ın bir sonucu mu, yoksa soğuk savaş onu bir suç ortağı olarak zaten içinde mi barındırıyordu?
ve serbest pazar ekonomisinin güdümlü sosyalist ekonomi karşısında kesin zaferini simgeleyen berlin duvarı'nın yıkılışı... komünizm iflas etmeseydi post-modernizm bu kadar güç kazanabilir miydi?

---------------

post-modernizm gündeminde üç madde vardır. temsil - yeniden üretim - meşrulaştırma

walter benjamin'in kitlesel yeniden üretimin sanat yapıtlarının aura ve özerkliğini ortadan kaldıracağı yönündeki kehanetleri doğru çıkmadı. ona göre orjinal sanatın mekanik olarak yeniden üretilebilmesi, kaçınılmaz bir şekilde, "orjinallik"in kendisi üzerinde parçalayıcı bir etki yapmaktaydı. fakat kitlesel yeniden üretim tam tersi bir etki yarattı.

bu bir imaj tüketimciliği! yeniden üretilen şey gerçekliğin yerini alıyor ve onun yerine üst-gerçekliği koyuyor. zaten yaşanmış olan ve eskinin simgesini canlandırma dışında hiçbir gerçeklik taşımadan yeniden üretilen şeyi yaşıyoruz. ama demezler mi, temsiliyete karşı olmayan teslimiyeti haketmez mi diye? 
-tartışılır.

+ post-modernizm yaptığın şeyin kurallarını bulmak için kuralsız çalışmak demektir.
- iyi ama yaptığım şeyi kim tanıyacak?

bu da bizi post-modernizmin üçüncü gündem maddesine götürür; meşrulaştırma!

yapılan işi kimin iktidarı meşrulaştıracak?
sanatın satılması sistemi: önemli olan bir nesnenin fiyatı değil, onun sanat olarak yerleştirilmesidir. meşrulaştırılan şey, nesneler değil, kendilerini modernist ve post-modernist olarak yeniden biçimlendiren geleneksel kurumlardır.

bu kadar modernist ve post-modernist anti-sanat nasıl olup da yüksek fiyatlara satılarak meşruluk kazanabildi? bu meşrulaştırmanın açmazıydı. yani deneyler  sanatın aura ve özerkliğini yok-etmekte ne ölçüde başarılı olduysa, aura ve özerklik o ölçüde sergileme iktidarının tekeline geçti.

---------------

+ avrupa'yı  bir hayalet rahatsız ediyor. komünizm hayaleti!
- hayır karl, bizi rahatsız eden yalnızca senin hayaletin.

post-modernizmin tek tedavisi, iflah olmaz romantizm illetidir.

---------------

*kitap özeti gibi bir müsvedde. çok takılmayın.

13 Aralık 2014 Cumartesi

zamazingo

doğuştan gelen farklılık ve yeteneklerimizin genlerimizde yazılı olduğunu ve biyolojik olarak aktarıldığını kabul edersek, hiyerarşinin insan doğasında gerçekten kayıtlı olduğunu kabul etmemiz gerekir. bu durumda dünya'nın tam olması gerektiği gibi olduğu, -serbest pazarın sosyalizme üstünlüğünü kabul ettirmesi, sömürü, rüşvet, adam kayırma, ırkçılık vs.- savunulabilir. bu da bilimi, statükoyu meşrulaştıran bir araç haline getirir.

---------------

kapitalizmin; insanlardaki temel zevk farklılıklarını göz önünde bulundurarak öne sürdüğü ve onlara seçme şansını tanıdığı bu görünüşteki seçim olanağı bolluğu, herkesin hiçbir şeyi seyretmemeyi seçmesiyle son bulur. bingo! adına zapping denilen şey, sıfır-bilinçtir. afilli değil mi?



12 Aralık 2014 Cuma

bana tavşanları anlat george

"george!"
"ne var?"
"beni at tepmemişti öyle değil mi george?"
"keşke tepseymiş," dedi george haince. "bir sürü insanın başı beladan kurtulurdu böylece."
"benim senin kuzenin olduğumu söyledin george."
"yalan söyledim tabii ki. kuzenim falan değilsin, iyi ki de değilsin. sen benim akrabam olsan kendimi vururdum üzüntüden."

neden kaybediyoruz?  birileri için ya da birileriyle kurduğumuz hayaller neden hep sadece çöp olarak kalıyor? fedakarlık duygumuzdan dolayı. birini kendimizden çok sevdiğimizde dozu kaçıyor sevginin. işte o zaman o kişi için yaşıyor, o kişi için seferber ediyoruz hayatımızı. ve tüm bunları farkettiğinde dostlarımız, sevgililerimiz, ailemiz, akrabalarımız -adına her ne derseniz deyin-, işe yaramaz yaşlı bir köpek gibi sıkıyorlar ensemize kurşunu.

"biz onlara benzemeyiz, niye mi? çünkü... çünkü yanımda sen varsın. beni kollarsın, senin için de ben varım. niyesi bu işte..."

lennie small, joseph k.'dan sonra kendimi bu kadar özdeşleştirdiğim tek karakter. belki de joseph k.'dan bile fazla özdeşleştirdiğim. sevdiği insanlara adeta taparak yaşayan -ki bu çok canımı acıtır- ve bütün ilişkileri yapmadığı şeyler yüzünden suçlanılarak bitmiş biri olarak hem de. sonrası yalnızlık işte. kitabı okuyana kadar çöplüklerde eşinerek bulduğum birkaç iyi insan modeline sürekli hayallerimizi anlatmasını isteyerek yaşayan bir adamdım. farkındalık zor zanaat. ve ebu zer ile kaderimin aynı çizgide ilerleyeceğini bir kez daha farketmek işin cabası oldu. yalnız yaşa-öl-haşrol gerçeği.

"...kitaplar işe yaramıyor. insanın yanında olacak birine ihtiyacı var. insan yanında biri olmazsa delirir. kim olduğu hiç önemli değildir, yeter ki yanında olsun. sana bir şey diyeyim mi? insan çok uzun süre yalnız kaldı mı hastalanır, yalnızlıktan hastalanır."

lennie, istemese de etrafına zarar veren, pis kokan ve işe yaramaz bir köpeğin tekiydi. george ise onu bir ingiliz piçinin öldürmesine izin veremezdi. kendi köpeğini kendisi öldürmeliydi. öyle de yaptı. zaten sevdikleri insanın köpeği olanların öldürülmesi gerekir, öyle değil mi?

"en başından beri biliyordum. ta en başından beri biliyordum bu hayalin gerçek olmayacağını. o kadar çok anlattırdı ki, ben de belki bir gün gerçekleştiririz halimizi diye umut etmeye başlamıştım."

9 Aralık 2014 Salı

kaç kilo çeker yalnızlık?

+ müzeyyen?
- efendim.
+ hiç, adını söylemek hoşuma gidiyor.

mecnun'a leyla kilo almış demişler, desene dünyamda daha çok yer kaplayacak demiş.

beklemek; ahlaksız kılar der nietzsche.

---------------

yalnızım, yalnız. yalnızca kaldım kötü oldum...
iyiydim, kadın gittikten sonra temelli kötü oldum.
sabaha kadar karım burda yatıyor sanıyorum.
sabaha kadar... ben burdayım karım da orada yatıyor diyorum,
uyanıyorum, bakıyorum. yok.
zor, zor.
çok zor.

---------------

ölüverim belki deyon, bakınıyon.
sabah oluyo.
aha deyon bugün sağım gene deyon. hih ayy ay.
zor, zor çocuğum zor yalnızlık çok zor.
yalnızım, bbuburda yatıyom yalnız. yok yoldaş.


6 Aralık 2014 Cumartesi

amélie

everest tepesi'ne yanında oksijen tüpü olmadan tırmanmak gibi, dedi salih. zirveye yaklaştıkça nefesin daralıyor ve geriye dönmek zorunda kalıyorsun. işin üzücü tarafı ise, -teşbih sanatı derler adına- yare benzettiğin everest tepesi'ne ulaşmak için daha oksijen tüpü icat edilmedi. 

belki daha küçük tepelere yoğunlaşmalı, dedi salih. dağcının gözü hipermetroptur diye de ekledi. uzakta ve zor olanı görmeye çalışırken etrafında olup biteni fark edemiyorsun. ne acı ama!  gül yağını eller sürer, çatlasa da bülbül, derler. vazgeçmeli başka tepeleri aramaktan. daha ilerisini görmek istiyorsa insan, düz kabul etmeli dünya'yı!

gülümsedi salih. hak verdi kendine. evet, onun da bazen kendi düşünceleri oluyordu. ama insanlar onu hep salih'ten çalıyorlardı. kızdı salih, kaldırdı kafasını.

gün batımına doğru, -belki de zirveye birkaç sigara vakti kala- açıp ellerini batmakta olan güneşe tüm gücüyle;

bulamadım dünya'da gönüle mekan
nerde bir gül bitse etrafı diken

diye haykırdı. zirveden kopacak olan kar kütlesinin sonu olacağını bile bile hem de.

---------------

+ aa evet evet, bu sözcüğü seviyorum, başarısız... insanın kaderi bu hep böyledir, başarısızlıktan başarısızlığa, basit birer taslaktan öteye gidemezsin. hayat asla sahnelenmeyecek bir oyunun sonsuz tekrarından ibaret.

- puğ, ha ha, boşversene bunu bile kendisi bulamamıştır...


+ benim de bazen birkaç kendi düşüncem oluyor; ama insanlar onu benden hep çalıyorlar...