15 Ocak 2018 Pazartesi

makber - kalıcı hasarlar, meczub

bir sedyeye oturmuşum ve kendi kendimle konuşurken lafın lafı açmasını seyrediyorum.

''dida, kafu, nesta, maldini, kalatze, şevşenko, gattuso, zidorf, pirlo..''

''ne anlatıyorsun oğlum sen?''

''2007 efsane milan kadrosu doktor, cahil misin allasen? allah allah! anlarsın benim gibi seversen. allahını seversen ya.  bak taktiği söylüyorum: panik atak! karşı kaleye nazır, atağa çıkmaya yeltenen hücum oyunlarının 'ulan kontradan yemesek bari' diyerek sağa sola panikle koşuşturması.''

''ellerin mi titriyor senin?''

''ne alakası var kardeşim?!''

kapıyı vurarak çıktım. sahi, şevşenko'nun yanında kim oynuyordu ya? pivot bir santrafor gerek. kaka'yı sayacaktım daha ama söyletmedi puşt. fazlasıyla unutkanım bu aralar. vazgeçmek eylemini, kişinin kendisinden asla vazgeçmeyecek birine karşı yapması ne kadar ağır?! üstelik tek bir sözüne dünyayı bile değiştirebilecekken. tıkandım yine, nefesimi çeviremiyor, yerimde duramıyorum.

''seven insan vazgeçer mi ismail abi?''

''seven insan neler yapıyor bir bilsen oğul''

''bildim abi, bildim. çay versene sen bana.  benden kara olsun.''

ne zaman kahveye geldiğimi dahi hatırlamıyorum. sabah öylesine erken kalktım ki, delirdiğimi düşünmesinler diye işe gidiyormuş taklidi bile yaptım. o saatten beri anlamsızca dolanıyorum işte. hastaneden buraya yürüyerek gelinir miymiş? sanane ulan! zatürre olsam, sağlık ocağına yetiştirecek sanki pezevenk! bu odada tek başıma platon'a bir nazireyim sanki. akıl, irade ve iştiha'dan oluşan üç parçalı ruh anlayışı üzerine mutabık olmuş eski kafalı bir meczub daha işte. hazretleri, bu parçaların birbirleri ile sinerjisinden doğan doğal durumlarda ruhta erdemin, ahlak'ın ve dolaylı olarak da mutluluğun tecelli edeceğini istirham ediyor.  ee? günlerdir ruhum paramparça benim. bu nasıl anlayış! akıl da kalmadı zaten. irade de ona nazir. uygun kullanıldığında irade akla meyleder. peki iştiha? aklın ve iradenin olmadığı bir vücuda iştiha girer mi hiç? hak getire!

filozoflar ikiye ayrılır; yumuşak akıllılar ve sert akıllılar. bu tasnife kendimi uygun hale getirebilsem, yumuşakçalar sınıfına girerdim. insanlar ikiye ayrılır: ortadan ikiye! caaart! hasılı, neler geçiyor aklımdan?! az önce yolda, bir köpeğe spinoza'yı mı anlattım ben? eve hangi hızla geldiğimi dahi hatırlamıyorum. annem dikkatlice bir şeyler okuyor:

''senin ilacın prospektüsünü okuyorum oğlum, çok kötü şeyler yazıyor. oku şunları iyice.''

''ana, ben okuduğumdan bu hale geldim zaten.''

cevap vermesine fırsat dahi vermeden fırladım odadan. üzerimde, üzerine tonlarca makale, deneme yazılacak bir konuyu tek cümlede özetleyebilmenin verdiği gurur var. odamdayım ve normalde aklıma bile gelmeyecek şeyleri yaparken, normalde aklıma bile gelmeyecek şeyleri düşünüyorum. düşünüyorum. insan pekala; kendini nasıl kandırabilir? gerçekleri, kendisine olduğundan farklı bir şekilde gösterip nasıl mutlu olabilir? bir insan peki, tüm bunları yanlış anlaşıldığı kişiye nasıl kanıtlayabilir? insan sevdiği birinin gözünde, en iyisi olmak için çabalarken nasıl nefret timsaline dönüşebilir? aziz veyahut peygamber olabilmek mümkün müdür? hataların neresinden dönsek gerçekten kar mıdır? evet mi? yolda rastladığım köpek tersini söylüyor bunun. yine de, her şeye dair bir özür telefonu alabilmek için ömrümün on beş senesini verirdim, alamadım ömrümün yarısını verdim. benim kimseye bilerek ve isteyerek zararım dokunmadı. kimsenin de böylelikle bana  bilerek ve isteyerek zararı dokunmaz sandım.

arkandan kötü söz söyleyenin gözlerini oyarım.

çenemi hala kontrol edemiyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder