22 Ekim 2018 Pazartesi

vasat-talep endeksi - 2

Gençlerin eşyalarının niteliklerine ve sayılarına yönelik sürekli olarak yönelttiği tüketim arzusu beni fazlasıyla korkutuyor. Eşyasındaki hafif kusurları tamir etmek yerine değiştirmeyi tercih eden, kıyafet dolaplarında asla giymediği kıyafetleri varken yenilerini almaktan imtina etmeyen, gayet teknolojik aygıtlarının en yeni sürümlerini almak için müthiş bir arzu duyan ve eşyalarını sürekli olarak yenileriyle değiştirmek üzere kodlanmış bir nesil dört bir tarafımı sarmış durumda. Esasen beni asıl korkutansa bu durumun insan ilişkileri üzerindeki mahiyeti. Nazarımca, genç nesildeki eşyaya yönelik bu despotluğun insani ilişkilerdeki yansıması da aynı derecede korkunç olmalı. Eşyasını bu denli yavan, düzensiz ve hor kullanan bir neslin arkadaşına, dostuna yahut sevgilisine de tam tersi istikamette davranmasını beklemek abes bir yaklaşım. Bu durumun etkilerini yakinen yaşayanlardan biriyim.

Sanayi devrimi ve kapitalizmin yükselmesiyle başlayan ve sosyal medyanın da insan hayatına zuhur etmesiyle tavana vuran bu tüketim çılgınlığı insanlar arası ilişkilerdeki yeni bir hastalığı ortaya çıkardı. Elli yıl öncesine kadar sadece çevremizden ve gördüklerimizden ibaret olan dünya, sanal realiteler ile birlikte dünyanın her yerine ulaştı. Hiçbir zaman –reel hayatta- göremeyeceğimiz ve tanıyamayacağımız insan kitlelerine tek tıkla ulaşabilme imkânı ve insan ilişkilerindeki bu görünüşteki seçim olanağı bolluğu; insanların diğer seçenekleri ya tüketmesiyle ya da hiçbir seçeneği seçememesiyle son buldu. Birbirlerini tüketen obur insanlarla, kimseyi tüketme imkanı olmayan yalnız insanlar çağındayız artık. İkili ilişkilerdeki felsefi derinlik asgari düzeyde.  Birbirimizi çok az tanıyıp birbirimizin ruhlarına çok az dokunabildiğimiz halde tam tersi oranda birbirimiz hakkındaki yargılarımız ve beslediğimiz duygular  da bir o kadar maksimum düzeyde.

Biraz daha şahsi yorumuma değinmek istiyorum. Telefonunu çağın gerisinde kaldığı için değiştirmek isteyen bir gençten, insani ilişkilerde sadakat beklemek biraz abesle iştigal. Etrafımda sıkça birbirleri ile flört eden iki cinsin karşılıklı duygu yoğunluklarını azami birkaç ay içerisinde tüketmelerine şahitlik ediyorum. İşte bu tabanı şefkat, aşk veyahut sevgi -adına ne derseniz deyin- karşılıklı ruhsal etkileşim ile doldurulmamış alelade ilişki yumaklarından ibaret yeniçağın hemen hemen tüm ilişkileri için geçerli. İki tarafta da -bir aşk ilişkisi olduğunu varsayalım- sevgi ve sadakatten ziyade karşılıklı bir tüketim beklentisi var. Bu durum çoğunlukla ilişkinin daha çok tüketim çılgını olan tarafının, bir diğerini daha yeni ve daha üst model olduğuna kani olduğu yeni bir insanla değişmesiyle son buluyor. Böylelikle insan ilişkilerimizde ruhsal ve zihinsel tekâmülümüzü doygunluğa ulaştırmak, geliştirmek ve yüceltmekten ziyade ambalajımız üzerinde bir takım hilelere başvuruyoruz. Çünkü kati surette hiç kimse bizim tekâmülümüzle ilgilenecek veya ruhumuza dokunacak kadar hayatımızda kalmıyor. Herkes birbirlerinin ambalajlarını incelemek suretiyle bir takım kısa süreli, yüzeysel ve yavan ilişkiler geliştirip sonra da birbirlerinin hayatından çekiliyor. Çağımızın özellikle yeni kuşağının tüketmekten ve tüketilmekten kaynaklanan mutsuzluğu, kendi olamaması, ruh doygunluğuna ulaşamaması ve yalnız hissetmesinin yegane sebebi budur.

Marks’ın klasik iktisatta metanın değişim ve kullanım değeri üzerine bir takım görüşleri mevcut. Zat-ı alilerine göre bir metayı değerli yapan şey, o metanın mevcut pratik yaşamda kullanılabilir bir değerinin olması veyahut da onun başka bir metayla değiş-tokuş yapılabilecek değerde olması ile ölçülür. İnsani ilişkilere ölçüt olabilecek ve bu ilişkileri değerlendirecek birçok teori, kuram veyahut kavramlardan özellikle iktisadi olanları tercih etmemin başlıca sebepleri yukarıda sürekli olarak üzerinde durduğum şeyin ta kendisi. Çünkü tam olarak yaptığımız şey bu; insanları değişim ve kullanım değerlerine göre belirli bir fiyat etiketi yapıştırmak ve ilişkilerimizi bu parasal düzende bir iş adamının, şirket sahibinin parasını kar getirecek bilimum işlerde kullanması gibi bir strateji ve alışverişe dönüştürmek. Bu alışverişte arz'lar ve talepler arasında kompleks bir ilişki var. Arz kavramını burada talep edilen, istenen, arzulanan, insan kimlikleri yerine kullanıyorum. Bu arzların değerinin belirlenmesinde arzın sahip olduğu temel niteliklerden ziyade, talepler tarafından üzerine yapıştırılan subjektif bir değer teorisi mevcut. (odamda neo-klasik iktisatçıların hayaletleri dolaşıyor.) Yani aynı fabrikadan çıkmışçasına birbirine benzeyen ve sürekli olarak kalabalık insan kitlelerince arzulanan, istenen arz'lar, çoğunlukla taleplerini o alanda yaratırken; belirli bir alana yönelen talepler de o alanda  kendini gösteren bir takım arzlar da yaratabiliyorlar. Çok daha basit bir anlatımla, ailesine aptal şakalar yaparak, aptalca videolarını yayınlayarak kalabalık bir güruhun ilgisini çeken bir genç ve bu durumla çok kalabalık bir kitlenin ilgilendiğini gören ve daha da aptalca videolar çekerek aynı kitleye sahip olmaya çalışan bir başka genç. Salt youtube üzerinden basit bir örnek vermiş olsam da bunu ikili ilişkilere de (ister duygusal ister dostluk tabanlı olsun) uyarlayabilirsiniz, yanılmadığımı göreceksiniz.


Bu görüşümü Foucault'nun modern insanın kurgu olduğuna dair söylemleriyle eşdeğer tutuyorum. Foucault iktidarın özcü kimlikler aracılığıyla işlediğini ve insanlar üzerindeki tahakkümünü bu kimlikler (normal-anormal, hetero-eşcinsel, akıllı-deli insan vs.) aracılığıyla yaptığını öne sürüyordu. Bense bu kimliklerin iktidar tarafından değil de karşılıklı olarak tüketime adapte olmuş insanlar tarafından üretildiğine ve  kişilik özelliklerimizi ifşa etmekten ziyade ikili ilişkilerimizi yönetmedeki tavrına dikkat çekmek istiyorum.

Daha önceki birkaç yazımda ve genelde bu konu üzerine konuşurken kadın-erkek ilişkilerinde herkesin bir metanın fiyatına benzer bir şekilde ekonomik bir değeri olduğundan bahsetmiştim. Bu cümleyi herkesin bir ederi vardır gibi basit bir önermeden farklı olarak kurmak istiyorum lakin bunu anlatmak benim için bi' hayli zor. Yani her insanın üzerine yapıştırılmış ve belli bir fiyat belirten değer değil de içilen içecekten, gidilen mekanlardan başlayıp diksiyon, kültür birikimine kadar uzanan bir değerlendirmede görünmez bir şekilde üzerimize yapıştırılan ve insani ilişkilerimizi düzenleyen bir kavramdan bahsediyorum. Özetle, her insanın özellikle karşı cinslerin iletişiminde en büyük role sahip olan ekonomik bir değeri mevcut. Oluşturulan bu değerler ve bu doğrultuda insanlar birçok sınıfa ayrılmış durumda ve sınıflar arası geçiş de en az Hintlilerin kast sistemi kadar katı. Hayatınız boyunca senelik birkaç gezinti dışında dışarıya adımınızı atmadığınız ufak bir taşra yerlisi –farazi köylü bir erkek- olduğunuzu düşünün. Sizi mega şehirlerin mega mekanlarında takılan, ancak ekonomik olarak sizden çok da zengin olmayan bir kadına aşık olmaktan (veyahut onun size aşık olmasından) alıkoyan nedir? Keza sadece okul okumak nedeniyle evinden ayrılmış, çoğunlukla ortalama bir yaşantıya sahip olan ortalama bir kızın,  ortalama üstü bir kültür ve birikime ve bohem bir yaşantıya sahip bir erkeğe aşık olduğu bir senaryoya niçin çok nadir rastlanır? Ve çoğunlukla neden tv dizilerinde veya Yeşilçam filmlerinde bu durum tam tersi vaziyettedir?  Aşk, karşılıklı dostluk ve arkadaşlık ilişkileri için gereken şey illa ortak bir yaşantıya, aynı ekonomik gelire ve ortak bir kültüre sahip olmak mıdır?

Benim bu ve bunun gibi sorulara cevabım birbirimizi harcamak üzerine kurduğumuz insan ilişkilerinde her birimizin üzerinde görünmez bir fiyat etiketi oluşu ve hepimizin bundan bilinçsizce haberdar olmamız. Bu fiyat etiketi de ekonomik durum, lisan, dil becerileri, retorik, kültür, güzellik –vücut güzelliği veya simaen-,  takıldığımız mekanlar, hobilerimiz, okuduğumuz kitaplar ve dahası bir çok şey tarafından belirleniyor ve üzerimize etiket olarak yapıştırılıyor. Ve bizler bir takım sonu hüsranla biten istisnalar hariç üzerimizdeki etiketin çok üstünde veya altında olan herhangi biriyle asla iletişim kuramıyoruz.

5 yorum:

  1. Sanallaştıkça salaklaşıyoruz demiştim yıllar önce, şimdi salaklığın boyutlarını kurcalayarak farklı bir şekle büründüğümüzü görünce o eski halimize şükredesi geliyor insanın.
    Arz kıtlığında samimiyetler karaborsaya düştü hağnım! diyesim geldi... ahaha

    YanıtlaSil